10 Temmuz 2011 Pazar

Masal...

Aylar önce masallardan nefret ettiğimi yazmışım.. gülümsedim... hala yüreğimde küskünüm ama bu aralar düşünüyorum da aslında masallar yetişkinler içinmiş. 
Bugün beni buraya getirenin ne olduğunu biliyorum ama nedenini bilmiyorum..
Dün akşam mevcut tüm yazılarımı attım. Daha doğrusu attığımı sanmışım. Tüm umutlarımı, med-cezirlerimi yoketmek istedim. Sonra kendimle çelişerek varlığını çoktan unuttuğum, daha bugün rastladığım birkaç küçük paragrafı burada paylaşmak istedim. Yazmaya çalıştığım masalda o notlardan alıntılar yapmıştım. 


Ben dağılan parçalarını bir araya getirmeye çalışan, paramparça bir kadınım ve yazılarım da benim gibi... 2009' da yazdığım, bugün hala benzer düşündüğüm bir kaç parçacık; 


...sessiz çığlıklar attı ve sustu kadın... yansımasını izledi sonra; artık özümsediği benliğine, örselenmiş yüreğine baktı.. onu yaratan sebepleri, kahramanlarını, hayaletlerini seyretti.
Farketti ki geçmişi, bugünü ve geleceği birdi, bölünemezdi. Tüm yaşanmışlıkları yanılsamadan ibaretti...Ne soruları için uykusuz geçen günlerinin önemi vardı ne de eriştiği cevapların...Kelimeleri düğümlenmişti...Yüreği düğümlenmişti... Bir sonraki isyanına kadar sessizliğine gömüldü... 


...Ayrılığın bir sevda kaderi olduğunu tekrar gördü kadın...Bu sefer bir başkasında; yanıbaşında oturan kadında. 'yeni' ye yaptığı yolculuğu sona ermişti.
Sözlerin kifayetsiz kaldığı o anlardan biriydi bu. Nitekim konuşmaktan vazgeçtiler bir süre sonra, belki de sükunet çok daha fazlasını anlatırdı...Bir arada bulunan bu iki örselenmiş kadın saatlerce kendi yalnızlıklarına gömülü oturup, o esnada onlara eşkil eden şarkıya kulak kesildiler.
Önceden tasarlanmış bu düzende yalnızca bir piyon olduğunu düşündü kadın. Oyuncular sürekli değişmekle birlikte 'seni anlıyorum' dedirten benzerliğin ne olduğı düşündü, cevapsız sorularına bir yenisini ekledi...


Okurken farkettim ki Sevgili Murathan Mungan ve Elif Şafak'ın etkisi altında, bence yetersiz bir edebi dille yazılmış notlar bunlar. 
Karşılaşmalarımızı anlaşmalı olarak tesadüflere emanet ettiğimiz bir arkadaşım, benim bu yazıma eşlik ederek;


''Cevap mı? Çöpe at
Soruysa aklına dahi getirme!
Bu anlamsızlığın deviniminde bu zırvalıkları çıkar at hayatından...


Yapamazsın, çıkaramazsın öyle kolay!
Nedir bu ikilem
Kendiyle zıt düşmeler
Bir saat gidip geliyor karşımda
Bir sağa bir sola
ve tik taklar eşlik ediyor bu sahneye
Hatırladığım tek şey ise 
'Saçlarımı okşayan yaşlı kadın'
En samimisi hemde
Ama karıncadan büyük neler var evrende
Göremez ki bir bakışta
Korur onu yaşlı kadın
En titrek anlarında güçlü bir bilek olur
Korkunç gecelerine bir avuç su olur yutkunurken
Ne o yaşlı kadın o kadar güçlüdür
Ne de o küçük çocuk o kadar zayıf
Aslında gediklerinin damarlarına oynadığı zehirli bir oyundur
Yoktur
Gerçekliği kadar sahtedir esasında 
Ama anlatamazsın
Yaşamak gerekir
Yaşayamazsın
İkilemler yaratırsın
......... ''
diye yazdı. Kim ne düşünür bilmem ama beni müthiş etkilemişti. Eklemezsem eksikliğini hissederdim. Dilerim kızmaz bana burada paylaştığım için. Devamında ben;


...farkındadır kadın; acıların bulanıklığında boğuşmaya mahkum olduğunun, iliklerine kadar hisseder hatta... yine de umut... hep bir umut vardır yüreğinde
'yeni' için mi 'eski' ye midir umudu?
Ne farkeder? Rastlantı eseri masalına konuk olan kahraman sunmuştur cevabı...Küllerinin denize kavuşacağı güne dek her seferinde yeni ölümlere yola çıkacaktır kadın...
Ne büyük lanettir bilinç!
ama bilmenin yetmediğini, değiştirmediğini de öğrenmiştir.




...sözlerin etkisiyle pencereden çıkan asi kadın, bu esnada geçmişini ve bugününü gözden geçirmektedir. Gelecekte kendisini bekleyen süprizleri merakla beklemekte, bugün kendisine sunulanları, sonlarını, başlangıçlarını düşünmektedir. Ardına bakarak gelmiştir bugüne, birşeyler hep eksik kalmıştır yüreğinde ve hiç tamamlanmayacak gibidir.
Kendini suçlamıştır ve aynalarda bir başkasını seyretmiştir.. Yansıma tıpkı kendisine benzer ama ruhu farklıdır, örtüşmemektedir varlığıyla.
Kendi masalını yurt edinmeye karar verir böylece... Uzun süre kendisini sürgün ettiği masalına geri döner, başka çaresi yoktur çünkü. Bir sonraki gün ona doğmayacak gibi hissetmiştir uzun süre...
Hayat kolaylıkla nokta konulabilecek bir oyun değildir oysa, belki bu yüzden varlığına anlam yükleyebilmek adına iyi bir hikaye anlatmaya karar verir.
Ve başlar masalını yazmaya... 


diyerek devam etmiştim.
Bugün yine deniyorum; ama ne zaman bir masal tutturacağımı, dönüp dolaşıp başladığım noktaya sürüklenirken nasıl ilerleyeceğimi bilmiyorum ve bir şekilde öğreneceğimi umuyorum.
 






 
 

20 Şubat 2011 Pazar

Masala Başlarken

Sessiz çığlıklar atan bir kadın bu masalın kahramanı; uzun süre yansımasını izleyen; artık özümsediği benliğine,örselenmiş yüreğine bakan,onu yaratan tüm sebepleri,kahramanlarını; hayaletlerini seyreden yalnız kadınlardan biri.
Geçmişinin bugününün ve geleceğinin tek ve bölünemez olduğunu, tüm yaşanmışlıklarının belki de yanılsamadan ibaret olabileceğini farkeden bir kadın.
Ne soruları için uykusuz geçen günlerinin  ne de eriştiği cevapların önemi olmadığını anlayan, kelimeleri ve yüreği düğümlendiklendikten sonra sessizliğine gömülüp susan bir kadın. 
Suskunluğu onun için bir son gibi görünse de aslında yalnızca bir başlangıçtı.
Sessizliği uzun sürmedi çünkü, isyanları dinmedi..eriştiği cevaplar her ne kadar önemsiz gibi görünse de yüreğini avutmadı..dinmedi med cezirleri..suları yatışmadı..
O anlatamadı kendini, onun yerine ben anlatıyorum.
Masal denildiğinde bir prens, prenses, kötü adam ya da kadın, karşılaşılan ama mutlaka aşılan zorluklar  ve elbette ki mutlu son akla gelir. Ama beklenmesin ki bu da onlardan biri..
Ben masallara inanmam hatta neredeyse nefret ederim. Külkedisi'ni bir düşünün. Masalını anlatmayacağım,sonundan başlayarak konuyu ele almayı yeğliyorum. Der ki masalın sonunda 'Sonsuza kadar mutlu yaşadılar'. Sonsuza kadar mutlu yaşamış olabilirler mi sizce, gerçekten? Külkedisi'nin sonsuz mutluluk yalanının devamı bana sorarsanız şöyle; İlk zamanlarda sevdiği kadına aşkla ve sadakatle bağlı olan Prens babasının vefatından sonra başa geçer ve Kral olur. Krallar yalnızca mevcut topraklarını korumaya çalışmakla yetinmezler; sefere çıkmaları ve yeni ufukları fethetmeleri gerekir. Özellikle devlet erkanının, emrindeki askerlerin beklentisi bu yöndedir. Prens bu öğretiyle büyür, bu öğreti kendisine uymasa da beklentileri karşılaması gerekir. Krallığa terfi eden Prens sefere çıkar. Sefere çıkan adam aylarca dönemez geri. Hatta uzakta bir yere gitmişse ve savaş uzun sürerse 2 yıldan az sürede dönmesi pek mümkün değildir. Sefer öncesi Prens ile Prenses'in birlikte olduklarını ve aşklarının meyvasını kadının taşıdığını düşünelim. Eşi uzaklarda, karnında taşıdığı bebekle sevdiği adamın yolunu gözleyen kadın ile savaşmış, gördüğü, yaşadığı, yaşattığı vahşetle örselenmiş, farklı kadınlar görüp beğenmiş ya da aşık olmuş adam aylar veya yıllar sonra bir araya geldiklerinde çok şey değişir bana sorarsanız. Ne Prens Prenses'in sevdiği adamdır artık ne de Prenses Prens'in tutulduğu kadın. Birbirlerini yeni halleriyle de çok sevebilirler elbet...Aşkları yıllarca sürebilir ama 'Sonsuzluk' denildiğinde durup düşünürüm. Bir çocuk, iki çocuk,üç çocuk, seferler, sorumluluklar, yıllar, yaşlanan bedenler, fikir ayrılıkları, zaman tutmazlıkları derken 'Koskaca' Kral'ın gözü eşinden başka kimseleri görmez mi acaba geri döndüğünde? Bana sorarsanız Krallar öyle tek eşli kalabilecek adamlar değildir. (Tek eşlilik de ayrı tartışma konusu) Tarihteki 'Harem' kavramını da göz önünde bulundurursak...Bu masalda harem olmaz mı? Harem anlayışını masaldaki hatun kişi kabul eder mi? Onun gözü de mi kimseleri görmez ya da hiç mi eksik hissetmez kendisini, sonsuza kadar aynı adamla mutlu kalabilir? 
Eğer bir kalıba uyduracaksak esas masalı; prens var hatta birden fazla prensi oldu,zorlukları oldu ama ne kadarını aştı ya da aşabililir daha sonra anlatacağım...Peki ya son? 'Sonsuza kadar mutlu yaşadılar'...